Sabah Gazetesi yazarı Umur Talunun 18 Mayıs 2009 tarihinde "Dipsiz Kuyu" adlı köşesinde yayımlanan yazısı, satır satır üzerinde durup düşünmeye değer. Talunun yazısını aşağıda yayınlıyoruz. Yazının özgün metnine altındaki aktif linkten ulaşılabilir.
Hoşt-modern gazetecilik
Gazetecilik, "dördüncü kuvvet" gibi bir sıfatla "demokrasi"içinde konuşlanırken, kastedilen özellikle, "halk adına" diğer kuvvetlerin, tüm kudretlerin denetlenmesiydi.
O yüzden; normalde küfür bile sayılabilecek bir sıfat,gazeteciliğin onur duyduğu bir nitelik oldu:
Bekçi köpekliği.
Kastedilen şuydu:
O kuvvet ve kudretleri izleyen, hareketlerini kollayan, onları didikleyen, onlara dair halkı bilgilendiren ve onları kamusal eleştiri ile yüz yüze bırakan, bir şeylerin düzeltilmesi için kamuoyu baskısı yaratan, adı üstünde biraz da ısıran, hatta yırtıcı bir işlev.
Kimileri belki o yüzden yanlış anladı; sıfatı ikiye böldü:
Kimi, kuvvetlilerin, kudretlilerin, servetlilerin bekçisi olarak temayüz etti.
Kimi de, onların "bekçiden de ötesi" olmaya koşturdu.
"Modern gazetecilik" tarihi hem halk adına müthiş "bekçi köpekliği" örnekleriyle doldu...
Hem de müthiş bekçi veya köpek misalleriyle taştı.
Totaliter yönetimler ile
güya demokratik siyaset yapanların kirli bir ortak noktası hep gazetecilikte de
bekçilerini ve köpeklerini buldu.
Bunun adına "itibarsızlaştırma" dendi.
Birisini kamuoyu önünde küçük düşürmek, tehdit edebilmek, sindirebilmek, yok edebilmek için önce onun dünyasını, bazen doğru, bazen kurgu ama esasta "haset ve fesat dolu" bombalarla sarsmak... mümkünse yıkmak.
Bombalar, ideolojiden, siyasi görüşten, fikir tartışmasından, mesleki tutarsızlıklardan ziyade, özel hayattanbarut aldı. Bazen doğrular olsa dahi, sık sık montajlarla, atfedilenlerle.
Bekçiler ile köpekler bu tür operasyonların ya gazetecilik ayakları yahut bazen bizzat kafaları idi.
"Ergenekon iddiası"yla sanık, tutuklu olan kimi
"meslektaş"ın, zaten
"fişgeneral" rütbesindeki yahut emekli
"fişpaşa" konumundaki kimi isimle ortak havuz kurup insanları, özel hayatlarının doğrusu, yanlışı ve palavrasıyla dosyalamaları, işte öyle
"modern" bir ameliye.
Utanç ve dehşet verici tabii; ama "modern"i ille "iyi bi şiy" diye anlamamak lazım. Naziler de moderndi!
Kimilerinin "fişpaşalar"ı, "darbecinin gazetecisi" isimleri "demokrasi" adına eleştirirken, şu ya da bu cemaat veya grup hatta inanç adına benzer operasyonlardan hiç tiksinmemesi de "modern ılımlı mide"fesadı.
Fakat bir de
"hoşt modernler" var.
Bunları "modernler"den ayıran en önemli özellik, kökenleri ne olursa olsun, gevşemiş, cıvımış, cılk olmuş, esasta pusulası kaybolmuş, oradan oraya dolanmış, medya vitrinlerinde başları dönmüş bir halde "büyük adam veya madam" kesilip "büyük idealleri"nin filan olmaması. Kariyer ve şöhret elbette, hem de çok çok; ama siyasi ya da mesleki ideal ve de hakkaniyet derdi; hayır!
Onlar, medya dünyasında domuz gribi gibi yayılmış, toplum bağrında da diken diken uzamış "haset ve fesat cehennemi"nin, "saray soytarısı" kadrolarında da terfi alan zebanileri.
Büyük dertleri yok aslında.
Ama büyük saldırıları olabiliyor.
Bireylerin, hele hele adı bilinen kişilerin, özellikle de meslektaşlarının hayatlarına, yanlışlarına, belki zaaflarına, belki hatalarına, belki tiplerine, belki dil sürçmelerine, belki geçmişlerine, herhangi bir zararsız hallerine bile karşı kazan yakıyor, kazık sivriltiyorlar.
Bunun toplumsal, siyasi, mesleki eleştiriyle, mesleki tartışmayla, milyonlarca insanın hayati sorunlarına dair bir gazetecilik çabasıyla filan ilgisi yok.
Bu, safi fesat.
Ve "fesat primi" denen bir şey var ki, şu röntgenci, pusucu, tuzakçı, linççi dünyada, maddi, manevi aferinine, en azından bir süre, doya doya kavuşuyor.
Bu gazetecilik oluyor.
"Hoş modern" de olduğunu düşünebilir şahıslar elbette; lakin, sözde özgürlük taslarken, boyunlarına dolanmış zincirler şıkırdıyor, kulübelerdeki isimler sırıtıyor...
"Hoşt modern" diye!
www.sabah.com.tr/Yazarlar/talu/2009/05/18/hostmodern_gazetecilik