ESARETTEN ÖZGÜRLÜĞE YOLCULUĞUN KISA ÖYKÜSÜ | Parlamento Muhabirleri Derneği

ESARETTEN ÖZGÜRLÜĞE YOLCULUĞUN KISA ÖYKÜSÜ


ESARETTEN ÖZGÜRLÜĞE YOLCULUĞUN KISA ÖYKÜSÜ

Parlamento Muhabirleri Derneği adına Suriyeden Cüneyt Ünalı alan heyet arasında bulunan arkadaşımız Kemal Aktaş, izlenimlerini paylaştı. İşte Kemal Aktaşın kaleminden esaretten özgürlüğe yolculuğunun kısa öyküsü...

Yazar : Kemal AKTAŞ

SURİYE HEYETİ: REFİK ERYILMAZ- CHP HATAY MV. HASAN AKGÖL- CHP HATAY MV. MEVLÜT DUDU-CHP HATAY MV LEVENT GÖK- CHP ANKARA MV. ERCAN İPEKÇİ -TÜRKİYE GAZETECİLER SENDİKASI BAŞKANI RECEP YAŞAR -TÜRKİYE GAZETECİLER CEMİYETİ YÖN. KUR. ÜYESİ. TALAY ULUSU-TÜRKİYE HABER KAMERAMANLARI DERN. BAŞK. KEMAL AKTAŞ- PARLAMENTO MUHABİRLERİ DER. DENETİM KUR. ÜYESİ ALİ YERAL- EHLİBEYT VAKFI BAŞKANI CUMHURİYET GAZETESİ ANTAKYA TEMSİLCİSİ MEHMET ALİ SOLAK DA HEYETLE BİRLİKTE GEZİYE KATILDI. EKİPTE AYRICA ERYILMAZ VE HASAN AKGÖL’ÜN DANIŞMAN EKİBİ DE YER ALDI. Beşar Kaddumi’nin eşi Arzu Kaddumi de heyetle birlikte gelmek istedi ama Suriye’li yetkililerle sınır kapısında yapılan kısa pazarlık sonuçsuz kaldı. Beşar ile ilgili ellerinde kesin bir bilgi olmadığı gerekçesiyle gelmesine izin vermediler. arzu hanım göz yaşları içinde bizi uğurlarken chp’li vekillere, “kocamı bana getirin eğer getirmezseniz iki elim yakanızda olacak” dedi. milletvekilleri onu ve cüneyt’i beraber almak için gittiklerini ellerinden gelen herşeyi yapacaklarını söylerken, hepimiz bir duygu seli içinde araçlara bindik. toplam 13 kişilik ekip 15 kasım  (perşembe) günü saat 12. 30’da   antakya yayladağ sınır kapısına ulaştık. işlemler yarım saat sürdü. sorunsuz geçtik. yalnız milletvekilleri türk tarafında görevlilerin ilgisizliğinden yakınırken, üzerine bir de bulundukları araçta arama yapılmasına çok sinirlendiler. tepkiyi kritik seyahatin dönüşüne bıraktılar. kapının suriye tarafında bizi esad’ın çok yakınında çalıştığını tahmin ettiğimiz bir yetkili karşıladı. gezi boyunca da bizimle birlikteydi.  pasaport işlemleri yarım saatte tamamlandı ve yayladağ’dan saat 13.00 sularında konvoy halinde hareket ettik. sınırın öte yanında, suriye tarafındaydık artık. ilk durağımızın yaklaşık 60 km. mesafedeki lazkiye olacağı sonradan söylendi bize. güvenlik nedeniyle daha kısa olan lazkiye yolunu kullanmadık. samandağ’ın suriye uzantılarını tırmanışa geçtiğimiz ilk anlarda bizi keseb kasabası karşıladı. sınır kapısından baktığımızda balkonlarındaki çiçeklerin rengini bile görebildiğimiz, yeşilliklerin arasına gömülü, taş evlere daha yakındık artık. keseb ermeni nüfusun yaşadığı bir kasabaydı. keseb’in içinden kıvrılırak tırmanışımıza devam ederken, kilisenin önünde oynayan çocukların meraklı bakışları takip etti bizi. Konvoy çam ormanları arasında ilerlerken birden kesif bir yanık kokusu kapladı etrafı. işte suriye’de yaşanan savaşın ilk manzarası bütün hüznüyle karşımızdaydı. ormanların önemli bir kısmı yakılmıştı. kimin yaktığı belli değildi ama ormanların içinde muhaliflerin saklandığı ve lojistik yığınak yaptığı bilgisiyle az çok fikir sahibi olduk. Kıvrımlı asfalt dağ yolunu hızla kataderken küçük köylerden, mahallelerden geçtik. yolu yerleşim birimlerine bağlayan noktalarda silahlı milisler vardı. kimi yerde kontrol noktaları oluşturmuş, kimi yerde de nöbet tutan esad yanlısı milislerdi onlar. yol boyunca suriye askerleri ile hemen hemen hiç karşılaşmadık. Dağın eteklerine doğru inerken akdenizin mavi sularını gördük,  lazkiye çok yakındı artık ve o anda aklıma düşürülen uçağımız geldi. lazkiye açıklarında vurulmuştu uçak, ufka doğru dalıp gittim. Çam ormanları artık yer yer makiliklere dönüştü. bir yanımızda deniz diğer yanımızda o yeşilliğin içinde kendisini gösteren  portakal ve limon bahçeleri ve zeytin ağaçları.. zeytin hasadı yapan köylüler… hava ılık, deniz sakindi.. tipik bir akdeniz iklimi yani… Yaklaşık bir saatlik yolculuğun ardından Lazkiye’ye girdik. turistik bir kent lazkiye. türkiye’nin antalya’sı gibi. bir liman kenti aynı zamanda. suriye’nin akdeniz’e açılan en uç noktası. turizm ve liman’dan yapılan ticaret büyük zarar görmüş iç savaştan.  ama hayat sakin, trafik normal insanlar sokakta işinde gücünde.. lazkiye arap alevilerinin yoğun olduğu bir kent. dolayısıyla esad’a destek tam. muhalifler sızamamış buraya.  hatta bir ara savaşın yayılması halinde esad’ın lazkiye’ye kaçacağı ve komutayı buradan yürüteceği rivayet edilmiş.. Lazkiye’deki ilk durağımız valilik oldu. oradan da kalacağımız otele geçtik.  otel sakindi neredeyse bizden başka kimse yoktu. eski adı meşhur meridyen’miş yenilerde turistik lazkiye otel’i olarak değiştirilmiş. iki yıl öncesine kadar yaz kış yer bulunamayan otel bomboştu. Sadece bizler ve belki de birkaç devlet görevlisi ya da istihbaratçı... Geceyi lazkiye’de otelde geçirdik. güvenlik nedeniyle kapıdan dışarıya adımatmamıza izin verilmedi. Yatarken sabah saatlerinde şam’a yolculuk için hazır olmamız söylendi.  Cuma günü, beşar esad’ın trafik kazasında hayatını kaybeden ağabeyi bassel al assad’ın adını taşıyan  havaalanına gidişimiz öğle saatlerini buldu. Saat 14.00’te gelecek uçağı beklemeye koyulduk. Bekledikçe heyacanım artıyordu. baba hafız esad ve oğul beşar esad’ın fotoğrafları asılıydı duvarlarda.  uçak iki saat rötarlı geldi. hemen bir ambulans girdi aprona uçağa yanaştı. “şehit var” dediler. biraz sonra suriye bayraklarına sarılı cenazeler indirilmeye başlandı. sorduk, uçak kamışlı’dan geliyordu,  cenazeler de kamışlı çevresinde yaşanan çatışmalarda hayatını kaybeden suriye’li askerlere aitti. uçaktan 9 tabut indirildi. ambulansa ve kargo araçlarına yüklendi.. 7’sinin de bizimle birlikte şam’a gideceği söylendi. “memleketlerine gönderilmek üzere.”  Suriye’de yaşanan savaşın bir başka yüzüne de lazkiye havalimanında tanıklık ettik. uçak 16.30’da havalandı. bizim cep telefonlarımız kapalı diğer yolcularınki açıktı! onlarda “cep yasağı” yoktu belli ki. 45 dakikalık bir uçuşun ardından şam havalimanına inişe geçtik. ama ne iniş. kuş gibi salınarak bir o yana bir bu yana yatarak ve mümkün olduğunca hızlı… çünkü muhalifler “sivil uçakları da vuracağız” tehdidinde bulunmuşlar.  Neyseki kazasız, belasız indik. rahat bir nefes aldık. vip çıkışında bir araç konvoyu bizi bekliyordu. 30 km mesafedeki şehir merkezine doğru hızla hareket ettik. şam’ın merkezinde de hayat normal görünüyordu.. Ama şehrin merkezine doğru belli noktalarda kurulmuş barikatlar, eli silahlı görevliler, tek tek araçları kontrol ediyor, şüphelendiklerinin bagajını arıyor, sürücüyü indirip üst araması yapıyordu. Hava çoktan kararmış yağmur çiseliyordu. Şam caddelerinde işten eve dönüş telaşı yaşanıyordu. Biz hız kesmeden yola devam ediyorduk ki konvoyda bir aksilik yaşandı. Tıpkı gerilim filmlerindeki gibi, yandan gelen bir araç bizim bulunduğumuz aracı sıkıştırdı her iki tarafta da acı fren sesi.. Bir anlık duraksama, karşılıklı el kol hereketleri. Ama bu arada 6 araçlık konvoy çoktan ikiye bölünmüştü bile. Arkamızda iki araç daha vardı, öndekileri kaçırdık. farklı bir güzergaha saptık. O sırada bir araba dolusu silahlı adam hızla önümüze doğru kırdı direksiyonu. Film aksiyonlu sahnelerle devam ediyordu sanki, bizim şoförde ise bir rahatsızlık yoktu. Onlardan haberdardı belli ki “bizi takip edin” işaretiyle yine hızlandık.    Kontrol noktalarını beklemeden geçiyorduk yeniden.. Ve Şam’ın göbeğindeki lüks otellerden biri olan four seasons’a  ulaştık. otelin lobisine geçerken, arkada bir gürültü koptu. bize refakat eden yetkili, şoförleri sıraya dizmiş, bağırıp çağırıyordu. sonra öğrendik ki,  konvoydan koparak, güvenliğimizi tehlikeye attığı gerekçesiyle bizim aracı kullanan şoförün işine son vermişler… Akşam sakin bir havada otelde geçti. dışarıya çıkış yine yasaktı. kapıda ve otelin çevresinde çok sayıda sivil güvenlik görevlisi vardı. birlikte yemek yendi. sohbet edildi. milletvekilleri hem kendi aralarında hem suriye’li ile ayrı ayrı görüşmeler yaptılar.   Esad’la yapılacak görüşme ve cüneyt ile beşar’ın teslim alınmasıyla ilgiliydi trafik. Baştan beri heyetimize gösterdikleri ilgi ve özenden sonra otelin rahat atmosferi bizi rahatlatıyordu. Dışarda ise şehrin gece uğultusundan başka bir ses yoktu... Gece erken yattık, Cumartesi Sabahı heyecanla uyandık. Artık finale yaklaşmıştık. Akşamdan konuşulduğu gibi saat 8.00’de hep birlikte kahvaltıdaydık. Milletvekilleri saat 9.00 gibi kendi aralarında toplantı yapacaklarını söyleyip salondan çıktılar, birkaç dakika sonra öğrendik ki apar topar otelden ayrılmış ve esad’ın sarayı’na doğru yola çıkmışlardı. görüşmeye biz götürülmedik. esad’la dört chp’li vekilin randevusu bir buçuk saat sürmüş. sıkı güvenlik önlemleri eşliğinde ulaşmışlar esad’a. saraya yakın bir yerdeki çalışma ofisinde görüşmüşler. görüşmeye girmeden önce güvenlik nedeniyle cep telefonları bile toplanmış. biz onları esad’ın kabulünden sonra otele beklerken, bir anda telefonlarımız çalmaya, haber kanallarından aranmaya başladık.  televizyon ekranları son dakika gelişmesini geçiyorlar bizden de detay bilgi almak istiyorlardı.  Meğer vekiller Esad’la görüştükten sonra cüneyt’i almaya gitmişler, otele birlikte dönüyorlardı.  büyük bir heyecan ve şaşkınlık içinde onları beklemeye başladık.  Telefonlarımız susmuyordu ama “detaylar az sonraydı” artık.  Saat 12. 30 sularında siyah araçlar otelin kapısına yanaştı. Cüneyt’i arıyordu gözlerim... Ve işte o an; Vekillerin arasında cüneyt arabadan indi. Yürüdüler, döner kapıdan içeri girdiler, cüneyt yorgun, başı öne eğik, tedirgin, üç ay süren esaretin korkusu üzerine sinmiş,  süzülmüş bir bedenle kapıdan içeriye girdi.  siyah kot pantolon, göğsünde arslan resmiyle yine siyah bir kazak giydirilmişti.. arslan figürü dikkatimi çekti ve arapça da esad’ın arslan anlamına geldiğini hatırladım o anda..  bu bir mesaj mıydı diye düşünürken, cüneyt’le gözgöze geldik.  üzerime atılmaktan son anda vazgeçtiğini hissettim. çok duygulandım. Gözyaşlarımı zor tutuyordum. cüneyt geldiğinde bir anons yapmayı tasarlamıştım ama her şey uçtu gitti kelimeler kayboldu. heyecandan elim ayağım titriyordu. basın toplantısının yapılacağı salona doğru ilerlerken cüneyt’le yanyanaydık. “nasılsın cüneyt’ciğim” diyebildim. artık kendisini frenlemedi hiç konuşmadan boynuma atıldı,  birbirimize sımsıkı sarıldık ve ağladık... bir duygu fırtınası esiyordu salonda. cüneyt hep arkasında olduğu objektiflerin karşısındaydı bu kez. Türkiye’nin hatta dünya’nın gözü ondaydı artık. neler söyleyecekti; nasıl yakalanmıştı, o anlarda neler yaşanmıştı, 90 günlük esaret nasıl geçmişti,  bir çok soru bekliyordu onu.. cüneyt ise hala  şoktaydı. hala kurtulduğuna inanamıyordu. Basın Toplantsında önce Cüneyt’in kurtulmasında en büyük pay sahibi olan CHP Hatay Milletvekili Refik Eryılmaz konuştu. Cüneyt’in kurtarılması için yapılanları, Esad’la bir buçuk saat süren görüşmeleri sırasında neler konuşulduğunu kaba hatlarıyla anlattı. Ardından Cüneyt’e yöneldi gözler. Ben daha kötü bekliyordum psikolojisini.. Ama Cüneyt direnmişti dayanmıştı.. Sık sık şoktayım hala inanamıyorum kelimelerini tekrar ederek, olup bitenleri özetledi. Cep telefonları ankara’dan istanbul’dan televizyon kanalları canlı yayına alıp sesini duyurmak istiyorlardı. Bir ara elinde kucağında 5-6 cep telefonu oldu... Hem gülüyor, hem ağlıyordum... Baştan beri tahmin ettiğim sonuç karşımdaydı. Cüneyt yalnızgelmişti. Beşşar Yoktu. 22 Ağustos’ta Halep’te çıkan çatışmada iki ateş arasında kalmışlar ve o anda belki de hayatlarının en kötü sürpriziyle karşılaşmışlardı. Onlara hedef gözeterek ateş eden adam, çatışmaları görüntülemek için birlikte Halep’e geldikleri muhaliflerden biriydi . Cüneyt, ateş edeni asker yeleği ve gri tişörtünden tanımıştı. Beşşar Vurulmuştu.  Tek kurşun karnının sol tarafından girmiş ve çıktığı yerde büyük bir yara açmıştı. Sadece “Cüneyt vuruldum” diyebilmişti. Cüneyt onu omuzlayıp önünde bulundukları apartmanın içine sürüklemiş, boynundan çıkardığı puşisiyle yarasına tampon yapmıştı. Apartmanda kapı kapı dolaşarak, feryat figan yardım isterken sesine ses veren olmamıştı. Geri döndüğünde Beşşar’ın durumunun ağırlaştığını gördü. Kan kaybediyordu. Bir yandan kelime-i şahadet getirirken, bir yandan da Cüneyt’ten helallik istiyordu. Göz kapakları ise iyice ağırlaşmıştı. Cüneyt daha birkaç gün önce tanışıp,  ateşin ortasına birlikte atıldıkları genç adama  “hayır ölmeyeceksin dayan” diye bağırarak, sesini ulaştırmaya çalışıyordu ki, apartmanın kapısında asker kıyafeti giymiş bir adam belirdi.  Gözgöze  geldiler,   Cüneyt “help, press” diyecek oldu,  adam duymadı bile.. Hemen yanıbaşlarındaki kameralarına kilitlenmişti. Hızla onları aldı ve çıktı. Ve film orada kopmuştu. Silahlar susmuş, ortalık sessizliğe gömülmüştü ki, bir dairenin kapısı açıldı, adam yanlarından geçerken Cüneyt, “yardım edin, gazeteciyiz” diye seslendi Beşşar’ı gösterdi, hastane sordu.  Biraz ingilizce, yarım yamalak arapça. Adam umutsuz hareketlerle arapça birşeyler söyleyip hızla dışarıya çıktı. Cüneyt de peşinden atıldı, yardım istemek için. Hışımla kendisine doğru genci farketmedi. İri kıyım genç arap “Sen kimsin burada ne arıyorsun, sen düşmansın” diye bağırarak, Cüneyt’in tişörtünü sıyırıp, kafasına geçirdi önce. Ardından da vurmaya başladı. Dayak faslına başkaları da katıldı. Vücudunun her bölgesine darbe alıyordu Cüneyt.. İçinden “beni linç ederek öldürecekler” diye geçirirken, etrafındaki kalabalık onu Suriye’li askerlere teslim etti. Cüneyt, üç ay sürecek esarate ilk adımlarını attığı o günden sonra Beşşar’ı ne gördü ne de ondan bir haber alabildi. Beşar Esad, CHP’li vekillerle görüşmesi sırasında başyaverine,  “Onu 24 saat içinde ölü ya da diri bulun” talimatı verdi.  Araştırdılar bütün hastane ve hapishane kayıtlarını bölgeyi didik didik ettiler. Bulamadılar. Filistin doğumlu Ürdün Pasaportlu ve bir Türk’le evli olan Beşşar Kaddumi, Suriye’nin resmi kayıtlarında yoktu. Suriye’li yetkililer “her ne kadar kimliği ve çalıştığı El Hurra adlı kanal bizim için şüpheli ise de başkanın talimatı çok kesin, bulursak mutlaka size teslim edeceğiz” dediler vekillere... İşte Cüneyt, bu yüzden yalnız çıkageldi. Oteldeki basın toplantısı bitti. Yaklaşık yarım saat sonra Şam’dan ayrılmak üzere hareket ettik. Bu sırada çok uzaklardan top sesi olduğunu tahmin ettiğim patlamalar duydum.  Sabahın erken saatlerinden bu yana aynı sesler otele kadar ulaşıyordu. Şam’da günlük hayatın normal gibi görünen akışında, bize savaşı çağrıştıracak en dikkat çeken ayrıntı, belli aralıklarla yollarda oluşturulan kontrol noktaları ile bizim konvoyun önünde ve arkasında yer alan silahlı eskortlardı.  Şam’da en çok İntihar saldırısından korkuyorlardı. Nitekim biz ayrıldıktan kısa bir süre sonra, kenar mahallelerden birinde bomba yüklü araçla intihar saldırısı düzenlenmiş 10 kişi ölmüş 50’nin üzerinde insan da yaralanmıştı. Şam Havaalanına geldiğimizde herkesin yüzünde buruk bir mutluluk vardı. Yine VİP’te beklemeye koyulduk. Bu kez uzun sürmedi, hava kararmadan uçağa bindik ama Lazkiye’ye ulaştığımızda daha batıda olmasına karşın akşam karanlığı çoktan çökmüştü. Uçakta Cüneyt’le sohbet ettik. Konuştukça açıldı. Yüzü gülmeye başladı. Bana eğilip “size anlattıklarım, anlatmadıklarımın yarısı bile değil” dedi ve sustu. Sustuk.. Lazkiye’ye indikten sonra konvoyun ilk durağı yol üzerinde bir lokanta oldu.. Hazırlık yapılmış, bizim gelmemiz bekleniyordu. Mönü’de balık vardı. Deniz Çuprası.. Cüneyt’e sordum “balık yiyebilecek misin” diye. “Zor abi” dedi. “Belki bir çorba”.... Önündeki balığı çatalıyla biraz didikledi. Sonra bıraktı. Yemek bitti, otele geçtik. İlk gece kaldığımız otele. Biz yorgunduk ama Cüneyt bizden çok daha yorgundu. Erken yatmak için izin istedi, odasına birlikte çıktık. “90 gün sonra ilk kez beton yerine sıcak bir yatakta yatacağım abi” dedi . Pazar sabahı erkenden kalktık kahvaltımızı yaptıktan sonra geldiğimiz güzergahı takip ederek karayoluyla Yayladağ sınır kapısına ulaştık. Emeği ve katkısı olan herkese teşekkürler. Umarız Beşşar Kaddumi de en kısa sürede bulunur ve ailesine kavuşur….
Parlamento Muhabirleri Derneği
2019